Hiç beklemediğim, kendimi tamamen bıraktığım, huzurla kaldığım anlarda başlar içinde güzellikleri barındıran akışlarım.
Endişesiz, rahat, teslimiyette olduğum zamanlarda olur bütün istediklerim.
Birer birer, kendi ayaklarıyla kendi zamanlarında girerler hayatıma. Bir de bakarım, daha önce “Yapamam” dediğim her ne varsa olmuş, gelmiş kurulmuş gönlümdeki tahtına; daraltmadan, sıkıştırmadan, germeden, rahatça, su gibi akarak. Tam da ben onu kovalamayı bıraktığımda…
Bir vazgeçiş değil bu dediğim, bir kabullenme hali, her şeyin bir zamanı olduğunun idrakı.
Beklemek zamanı geldiğinde onun sana geleceğini bilerek, sürece güvenmek.
Beklenti neşeyi öldürür, sınırlar arasına hapis eder, havayı karartır.
Ölü, havasız, kapalı, dört duvar arasında kalmış daracık bir yere kim neden gelsin?
İstediğinin sana gelmesini istiyorsan, toprağı her daim canlı tutmak, havalandırmak, sulamak gerek.
Zaman zaman toprağın üzerindeki zararlı otları temizlemek, isteklerinin filizlerine yer açmak gerek ve sonra bırakmak kendi haline.
Yeni bir fikrin mi var, yeni bir isteğin? Yeni bir kapının eşiğinde misin?
Canlı tut onu, sakın örtme üstünü, sakın boğma. Bil ki canlı tuttuğunda bir gün, hiç de beklemediğin bir anda bir bakmışsın filizlenecek, hatta çiçek açacak. Tıpkı balkonumdaki kaktüsün üzerindeki pembe çiçeği gibi. Oysa ne çelimsizdi ilk geldiğinde, “Yaşamaz, ölür, kurur” diyenlere inatla çiçeklendi kaktüsüm. İkimiz birlikte yaptık, birbirimize inandık, birbirimize özen gösterdik ama birbirimizi hiç sıkmadık, yormadık, zorlamadık. Tıpkı ilişki kurduğumuz her şey gibi. İstedik, inandık, üzerimize düşenleri yaptık, bekledik ve oldu.
Her şeyi yaptıktan sonra tüm odağını güvenle süreçe bırak.
Aslında yaşamın bütününde kendi hikayelerini olduran sensin..
Sen aslında tüm yaratılımlara eşlik edensin.